11 Ağustos 2012 Cumartesi

Kadın olma hali




Kadın olma hali 

ELİF SONZAMANCI

"Kadının güzelliği kusursuz değilse bile, yüzünde, ruhunun benzersiz zenginliklerinin ışıldadığını göreceksinizdir ve bu aklınızı başınızdan almaya yetecektir." (Simone De Beauvoir)

Çıplaklığı algılama tamamen kültürel bir altyapıya dayanır. Örneğin yerli kabilelerde kadının çıplaklığı doğal olup günlük yaşamın bir öğesiyken, batılı medeniyetlerde tamamen ahlaki bir değerdir. Batılı medeniyetlerde üstü tamamen açık bir kadın sokaklarda elini kolunu sallayarak dolaşamaz, oysa doğal toplumlarda bu, günlük yaşamın bir parçasıdır. Feodal ve kapitalist toplumlarda ahlak kavramının tanımı kadın üzerinden yapılıyor. Bununla ilgili geçtiğimiz yıllarda yaşanan güzel bir örnek var.

Bundan birkaç yıl önce ünlü feminist yazar Simone De Beauvoir'ın çıplak çekilmiş bir fotoğrafı Le Nouvel Observateur dergisinde kapak olunca kıyametler kopmuştu. Bu fotoğrafın yayınlanmasının
ahlaki olup olmadığı da sorgulanmıştı. Kadınların tepkisi daha çok kadın vücudunun erkek bakış açısıyla teşhir edilmesine karşıydı. Derginin fotoğrafın üzerinde oynamış olması bu eleştirileri daha da kızıştırdı. Kapitalizmin kadın bedenini nasıl kullandığını hepimiz biliyoruz ve burada ayrıntıya girmeyeceğiz.
İşte kadının davranış şeklini de çıplaklık kavramı gibi toplumların kuralları belirliyor. Özellikle feodal toplumlarda kadın genellikle arka planda tutulur, hatta adı bile yoktur. Onlara göre kadın Adem'i yoldan çıkaran, ona yasak meyveyi yedirerek cennetten kovulmasını sağlayan ve en önemlisi onun kaburga kemiğinden yaratılan, tabiri caizse bir nesnedir. Havva bir kadındır ve kadının yeri erkekten sonra gelir. Kadın feodal toplumlarda namusun simgesidir, namus ise diğer benzeri kavramlar gibi erkek gözünden tanımlanmıştır. Kadın narindir, güzeldir, erkek heybetli ve güçlüdür. Bu tanımlamaları artırmak mümkün. Öz ise şöyledir: Kadın gerek kapitalist, gerekse feodal toplumlarda bir meta olmaktan ileri gidemez. Kapitalist toplumlarda özgür kadın imajı ise tamamen bir vitrinden ibarettir, daha ilerisine birkaç karış gidebilmiştir.

Devami...
Bu yazdıklarım kimilerine klişeleşmiş feminist söylemler gibi gelebilir. Aslında durum sandığımızdan daha vahimdir. Zira "Kadının hakları vardır; bakın, başbakan bile oluyor" diyenlerin sayısı bir hayli fazla idi. Oysa "kadın cinsiyetini sırtındaki hırka misali çıkarmadan, nasıl başbakan olabilir?" sorusu bugüne kadar pratik olarak cevaplanmadı. Kadın sorunları aklıma geldiğinde çok acıdığım bir kadın karakter var. İstanbul Eyüp ve Fatih belediyelerinin aile danışmanı Sibel Üresin, 'Bir erkek dört kadınla evlenebilir' gibi akıllara zarar bir yorum yaptığında, her ne kadar çok tepki çekmiş olsa da, aslında geldiği kültürü çok iyi yansıtmıştı. "Zengin, kariyerli, parası olan ve cinsel gücü fazla olan erkek çokeşliliği seçebiliyor. Hiçbir kadın fakir bir adamın ikinci karısı olmaz. Erkek, daha cilveli, daha çok gülen, cinsel anlamda kendisini mutlu eden kadına koşuyor. Erkek olsam, çokeşli olurdum" sözleri de tamamen ona ait.
Bizim toplumda kadın olmak bir hayli efor gerektiren bir durumdur. Bir sürü ıvırı zıvırı mevcuttur. İyi bir anne, bir eş, ev hanımı, çalışan bir kadının ayrıca extra yükümlendiği sıfatlardır. Bu konuda aslında yine feminist düşüncenin önemli isimlerinden Simon De Beauvoir'ın düşüncelerine başvurmakta fayda var. Beauvoir, Kadın/İkinci Cins adlı kitabında fevkalade anlatımıyla kadının durumunu şöyle açıklıyor: «Eski Yunan'dan bugüne, kadına yöneltilen suçlamaların hepsinde neden bunca ortak nokta bulunduğunu anlamak kolaydır: kadının içinde bulunduğu durum, birtakım yüzeysel değişikliklere rağmen, hep aynı kalmıştır ve kadının "kişiliği" dediğimiz şeyi oluşturan da işte bu durumdur: Kadın "dünya kurulalı beri içinde taşıdığı niteliklerin, içkinliğin kurbanıdır," kadının özünde yadsımacılık vardır, kadın ihtiyatlı ve eli sıkıdır, kadında doğruluk ve titizlik kavramı yoktur, kadın ahlak nedir bilmez, kadın en aşağılık anlamda çıkarcıdır, kadın yalancıdır, oyuncudur, hep kendisini düşünür... Bütün bu sözlerde doğru bir yan vardır. Yalnız bütün bu davranışlar kadının hormonlarından gelmediği gibi, beyin hücrelerine doğuştan da kazınmış değildir: bunların hepsi, birer kalıp halinde, içinde bulunduğu durum tarafından yaratılmıştır.»
Aslında Beauvoir'ın aynı kitabındaki başka bir belirleme de oldukça ilginçtir. Beauvoir, Pompei'de küller altında kalan heykelleşmiş insanlar çıkarıldığında, erkeklerin bir takım başkaldırı gösterilerinde bulunduklarını, göğe yumruk salladıklarını ya da kaçmakta olduklarını, kadınlarınsa iki büklüm olup yere kapandıklarının görüldüğünü yazmıştır. Yani durumu kabullenip acı çekmeyi tercih etmişlerdir. Bana uzun süre teorik gelen bu bilgiler, özellikle Urfa'da gazeteci olarak çalıştığım dönemde, cisimleşmiş haliyle sürekli karşıma çıktı. Gerçek anlamda kadının çektiği zorluklara tanıklığım o tarihlere dayanır. Burada birkaç örnek vermek benim de anılarımı tazeleyecektir. 
Yıllardan bir yıl, tarih 8 Mart… Urfa'da her meslek grubundan kadınlar toplanmış, daha 18'ine basmadan teyzesinin oğlu tarafından sırf pastaneye gitti diye şehrin orta yerinde boğazı kesilerek öldürülen Sevda Gök'ü anmaya gidecekler. Ellerinde kırmızı karanfiller. Mahalle klasik bir mahalle, herkes işinde gücünde. Kimisi toplanan kalabalığa meraklı bakışlar fırlatırken, kimisi hiç ilgilenmeden doğrudan geçip gidiyor. Kadınlar Sevda'nın bedeninin yere değdiği alana karanfil bırakıyor ve bir daha böyle cinayetlerin olmamasını diliyorlar. Basın açıklamasını okuduktan sonra çevreden geçenlere de karanfiller dağıtılıyor. Çevredeki bazı erkekler meraklı meraklı birbirine bakıyor, sonra biri gelip soruyor bana: "Hayırdır, ne için bunlar?". "Kadın hakları için, amca. Bugün kadınlar günü". Amcanın cevabı aradan yıllar geçmesine rağmen gitmedi hafızamdan: "Avratların günü mü olur! Avradın yeri evidir, avrat hakkı da ne oluyor." Kara bir mizah gibi gelen bu yorum - hiç abartmadan söylüyorum ki - o bölgede yaşamış, yetişmiş yerel halkın genel düşüncesidir. Belli bir zamandan sonra oralarda gelişen politik hareketlenmeler belli oranda kadın hakları çerçevesinde geniş ufuklar açsa da, politik olarak tamamen bilinçsiz kalmış çevrelerde bu bakış açısı maalesef çok bariz bir şekilde halen yaşanıyor. Acı başka bir gerçek ise fotoğraflara, filmlere ve de araştırmalara konu olan, hatta sahiplerine ödül kazandıran bu çalışmalardaki kadınların sadece otantik bir öğe olarak görülüyor olması.
Karşılaştığım başka bir örnekse doğum yapan bir Kürt kadını idi. Dili de belki çok iyi anlamadığından ve de doğumu çok zor geçtiğinden doktorun talimatlarını yerine getirememiş, hatta can acısından doktorun kolunu çok acıtarak sıkmış. Canı yanan doktor yumruğunu sallayarak gözünü morartmıştı kadının. "Siz Kürtler bir doğum yapmasını bile bilmiyorsunuz" hakaretleri de cabası. Kadınla görüşmüştüm. Öylesine zavallı idi ki, öyle bir durumda yumruk atan doktorun hâlet-i rûhiyesinden şüphe etmek gerekir. Ayrıca biz doğum yapmasını bile bilmeyen Kürtlere, onun için yıllarca doğum kontrolü yöntemlerini anlatıp durdunuz.
Yine başka bir anım da Kazancı Bedih'in cenazesinde geçer. Kazancı Bedih ile röportaj yapmak gibi bir istek içerisindeydim. Sonunda kaset satan dükkanlarını buldum. Oğlu "Maalesef babam şimdi evde yatıyor, çok hasta konuşacak durumda değil" dedi. Ben de iyileşmesini bekledim. Birkaç gün sonra ölüm haberi geldi, ısınmak için kullandığı katalitik sobasından çıkan gazdan zehirlenmişti. Canlı görüşemediğim için çok üzülmüştüm. Cenazesine gittim, uzun bir süre mezarlıkta kaldık, mezarlıktaki tek kadın bendim. Sağım, solum erkeklerle kaplı, kalabalık bildiğiniz gibi. Geçmek için bir amcadan yol istedim, amacım kalabalığı yarıp artık oradan uzaklaşmak. Amcam, yanındakini dürterek "Şu Eksik'e bir yol ver" dedi. Bilmeyeniniz varsa söyleyeyim, kadına Urfa'da "eksik etek" derler. Mantık olarak düşünüldüğünde pek bir şey ifade etmeyen bu kavram, toplumsal açıdan  derin bir anlama ve tarihe sahip. Zira onlara göre kadın, yaratılış hikayesi olarak da hep eksik.
Ben bir eksik etek olarak orada çok zorlandım. Gördüğüm örnekler kanımı dondurdu. Hele kızların intiharları hakkında bilgi alabilmek gibi bir şansınız olmuyordu. Oralar, kaderini kabullenmiş kadınlarla dolu idi. Fakat bunun yanında orada, o imkanlarla bile başarılarını ispatlayan kadınlar da vardı.
Sanırım 2002 yılının sonları idi. Bir serginin açılışına gitmiştim. Saliha Sarıboğa adında Arap bir genç kadının kişisel bir sergisi. Daha yeni 18'ine  basmış. Babası tarafından okula bile gönderilmeyen bu genç kadın, kendi çabasıyla resim yapmaya başlamış. İlkokul ikinci sınıfta okuldan alınıp bir daha da okutulmamış. O dönemlerde okulda düzenlenen resim yarışmalarında hep birinci olmasına rağmen onun için pek bir şey yapılmamış. 1999 yılında Ankara'da düzenlenen bir resim yarışmasında birinci olan Saliha'ya Güzel Sanatlar Okulunda okuması gerektiği söylenmiş ama gerisi getirilmemiş. Kaymakam yetkililerine babası tarafından resimleri götürülüyor ve Urfa'da sergisi böyle açılıyor Saliha'nın. Benim gözlemlerime göre sorun kesinlikle ekonomik değildi. Ailenin durumu iyi olmasına rağmen kadına bakış açısı ve kadınlar için masraf yapmanın gereksiz olarak görülmesi sosyolojik bir inceleme konusu. Saliha mütevazi bir genç kadındı. Şimdi nerede ne yapıyor bilmiyorum ama umarım bu yeteneğini hala kullanıyordur. Zira eserleri eğitim almamasına rağmen oldukça başarılı idi.
Orada görüştüğüm yetenekler arasında benim en çok beğenimi kazanan o dönemlerde 65 yaşında olan ve Urfa'nın ilk kadın ressamı olarak tanınan Şefika Güneş idi. Okuması yazması olmayan bu kadın, geçkin yaşına rağmen kendindeki yeteneği tamamen tesadüf eseri keşfetmişti. "Bir gün çocuklar okula gittiğinde onların suluboyalarını alıp eşimin portresini yapmaya çalıştım. Evdekilere gösterdiğimde kimse o resmi benim yaptığıma inanmadı. Daha sonra yerel bir gazetede çalışan oğlum sayesinde çevremde tanındım. Bir gün basından insanlarla eve gelince ona çok kızmıştım ama daha sonra alıştım" demişti o zamanlar bana. Şefika dünya tatlısı bir kadındı, okuma yazmayı sonradan öğrenmiş, yaşını gerekçe göstermeden azimle resim üzerine çalışmış ender yeteneklerden biriydi. Leyla Zana'dan Ahmet Kaya'ya, Atatürk'ten Leonardo Da Vinci'ye kadar birçok portre çalışması yapan Güneş'in bir çalışması da uluslararası bir şirket tarafından kartpostal olarak basılmıştı. Şimdi böyle örnekler bize şu gerçeği gösteriyor: Gerekli imkanlar sağlandığında kadınlar toplumun önemli dinamikleridirler. Kadın olmanın getirdiği bütün sorumluluklar dışında, diğer alanlarda da oldukça başarı gösterirler. Yazımızı yine Beauvoir'dan bir alıntı ile bitirelim:  "Kadının kısmetinde söz dinlemek, saygı göstermek vardır. Kendisini kuşatan, dünya dediğimiz şu gerçeklik üzerinde, salt, düşünce açısından da olsa, etkili olamaz. Dünya, onun gözünde, içi görünmeyen, donuk bir varlıktır." 

04 Mart 2012 Pazar
http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=7261

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder