12 Ağustos 2012 Pazar

Castingshow’larda seyirci ve parasosyal etkileşim

 

Castingshow’larda seyirci ve parasosyal etkileşim 

ELİF SONZAMANCI

Lena Meyer Eurovizyon yarışmasında Almanya’yı zirveye taşıdığında castingshow’lar da tekrar gündemimizdeki yerini aldı. Sayıları artık parmakla sayılamayacak kadar çok olan castingshow’lar kapitalizmin de yeni bir kazanç kapısı aslında. Özellikle seyircilerin, telefonla ya da SMS yoluyla oylama yaparak, programdaki elemelerde belirleyici kılınması, bu tür yarışmalara ilgiyi daha fazla artırıyor. Tabii bu oylamalar ücretsiz olmayıp belli bir ücrete tabi tutuluyor. Arama ücretleri çok küçük bir miktar olarak görülse de, toplam olarak ele alındıkları zaman küçümsenmeyecek bir miktarı oluşturuyorlar. Her bir programı milyonlarca kişinin izlediğini hesap edersek, kazancın da milyonlarca Euro olduğu söylenebilir.
Mesela İngiltere’de yayınlanmaya başlanan ve patent hakkı Simon Fuller’e ait olan Pop Idol yarışması temelinde daha çok para kazanmaya yönelik keşfedilmiş bir yarışma. Yarışma aralarında Türkiye, Almanya ve Amerika’nın da bulunduğu onlarca ülkede de değişik isimler altında yayınlandı. Bu yarışmalarda yüksek olan rating oranının yanında, bir de seyircinin aktif katılımı ile kazanılan paraları hesap edersek, kapitalizmin neden böyle programlara rağbet ettiğini anlamış oluruz. Şimdi de anahtar soruyu soralım: Bu tür yarışmalara olan ilginin sebebi nedir?


Kavram olarak parasosyal ilişki, parasosyal etkileşim
Genellikle genç izleyici kesimi tarafından izlenen bu tür yarışmalarda, parasosyal etkileşim/ilişki kavramı büyük rol oynuyor. Parasosyal etkileşim ve parasosyal ilişki birbirinden çok ayırt edilmeyen kavramlardır ve genelde eş anlamlı kullanılırlar. Parasosyal etkileşim seyirciye, yarışmacılara karşı bir güç pozisyonu yaşama şansını veriyor. Kavram olarak özel bir modu temsil ediyor ve temelinde “izleyiciler ile medya aktörleri arasında meydana gelen özel ilişki” anlamına geliyor. Medya aktörleri, izleyiciler tarafından (özellikle film ve dizi yıldızları) gerçek yaşamda yaşayan ya da gerçek yaşamda ilişki kurdukları bireyler olarak algılanıyor. Böylelikle gerçek yaşamda diğer insanlara karşı ne hissediyor ve yaşıyorlarsa, onlara karşı da aynı şeyi hissediyorlar ve yaşamlarının bir parçası haline getiriyorlar.

İlk olarak sosyolog Donald Horton ve R. Richard Wohl tarafından ortaya konulan bu kavram, 1956 yılında bilimsel bir dergide yayınlandı. Horton ve Wohl’a göre bu ilişki yüzyüze (‘face to face’) ilişkiden farklı olarak karşılıklı değil, tek yönlüdür. Daha çok televizyondaki eğlence programlarını ele alan Horton ve Wohl, medya moderatörleri için ‘persona’ terimini kullanmışlardır. Buna göre medya aktörleri bir fantezi ürünü değillerdir, kendi performansı kadar gerçektir. Horton ve Wohl, persona için tipik karakteristik belirlemeler yapar. İlk olarak persona, devamlılığın bir öğesi olarak kendini gösterir. İkinci olarak seyirciyle, daimi gözleminden dolayı ortak bir bağ yakalar. Üçüncü olarak ise samimi bir duygu verir, ki bu ilişkinin en önemli öğesidir. Böyle bir duygu, seyircinin televizyon izlerken “bir program izlediğini” unutmasını sağlıyor.

Üç grupta parasosyal ilişki

İngiliz televizyon direktörü David Giles ise, parasosyal ilişkiyi üç gruba ayırıyor. İlk grupta moderatörler yer alıyor. Bu kategoridekiler gerçekte var olan ve kendi kendilerini taktim eden grubu oluşturuyorlar. Genelde doğrudan seyirciyle konuşuyorlar. Bu gruba moderatörlerin yanı sıra medyada çesitli programlardan tanınmış ünlü insanlar da dahil ediliyor. Bu kategoridekilerin özelliği ise, seyircilerin bu insanları televizyon dışında da görme şanslarının olması. Castingshow moderatörleri ve yarışmacıları bu gruba dahil olanlardır. Türkiye’de yayınlanan ‘Yetenek Sizsiniz Türkiye’ yarışmasının moderatörlerinden Acun Ilıcalı’ya duyulan sempati (yarışmayı hiç izlemedim ve bu tarz yarışmaları sempatik bulmuyorum) ya da Almanya’da yayınlanan ‘Almanya Süperstarını Arıyor’ yarışmasının moderatörü Dieter Bohlen’a duyulan sempati temelini aynı öğelerden alıyor. Seyirciyle kurulan samimi duygu bu etkileşimi sağlayan unsurlar arasında. Örnek olarak Dieter Bohlen’ın programlarda içinden geldiği gibi konuşması, bazı zamanlarda tepkilere neden olsa da, aslında onun popülerliğini artıran bir durum.

İkinci grup, oyuncularla olan muhtemel ilişkileri ele alıyor. Bu kategoridekiler gerçekte olmayan, kendilerinden başka bir karakteri canlandırıyorlar. Yani bunlarla bir etkileşim olası olmasına karşın, bu insanlarla gerçek yaşamda bir buluşma söz konusu değildir. Yine sayıları sayamayacağımız kadar çok olan dizi yıldızları da bu gruba dahil. Birinci grup ve ikinci grup arasındaki farklılık günümüzdeki medya dünyasında çok kompleks bir yapı oluşturuyor. Örneğin Kevin Spacey’yi, K-Pax rolüyle çok beğenen bir seyirci, onun katıldığı bir programı da zevkle izliyor ya da bunun tam tersi oluyor. Aşk-ı Memnu dizisindeki Behlül rolündeki Kıvanç Tatlıtuğ hayranlarının, onun katıldığı tüm programları izlediği bilinmekte.

Üçüncü grubu ise fantezi ve çizgi film karakterleri oluşturuyor, ki bunlarla mantık olarak gerçek yaşamda buluşmak asla mümkün değildir. Bu ilişki tam olarak bir parasosyal ilişkiyi ele alır ve hiçbir zaman bu kahramanlarla buluşmak olası değildir. Örneğin bilgisayar oyunu karakterlerine aşık olan insanlar haber programlarına hiç de yabancı değildir.

Zengin olan medya patronları mutlu olanlar ise seyirciler

Teorik bilgilerin ardından yine asıl konumuza dönecek olursak, sorumuz “Castingshow’larda parasosyal ilişki telefon oylamalarını nasıl etkiliyor?” Dikkat edecek olursak genelde yetenek ve müzik yarışmalarında, yarışmacılar yalnızca yetenek olarak tanıtılmaz. Onların özel yaşamları (aile yaşamları, ilişki durumları, meslek yaşamları, hatta bazen geçmiş yaşamlarında yaptıkları hatalar) seyirciyle buluşturulur. Bazen bu bir açıdan izleyici sayısını artırmak adına yapılır, diğer bir açıdan ise yarışmacının seyirciyle bir bağ kurması hedeflenir (Parasosyal etkileşim/ilişki tam olarak burada devreye girer). Kurulan bu bağ ile favori yarışmacılarına sadık olan seyirciler, bağ kurdukları yarışmacıyı sürekli arar ya da onun adına SMS göndererek, onu zirveye taşırlar. Onu zirvede gören izleyici mutlu olur, medya patronlarının ise cepleri daha da kalınlaşır. Bu bağlamda bakacak olursak Eurovizyon şarkı yarışması seçimlerinde yürütülen mantık bundan uzak değildir.

Bu yıl Almanya’nın zirveye taşınmasında “seyircinin nabzını, beklentilerini çok iyi bilen” bir altyapının rolü olduğu apaçık. Program Yapımcısı Stefan Raab tarafından organize edilen eleme programlarında, yine seyircinin oylarına başvuruldu ve böylelikle beğeni nabzı tutuldu. TV’ye çıkana kadarki kısımda yalnızca jüri oyları esas alındı, herhangi bir müzik türü sınırlaması da yapılmadı. Seçilen yarışmacılar, daha sonrasında hünerlerini seyirciler için gösterdiler, çünkü yarışmanın geri kalan kısmında onların oylamaları geçerli kılındı. Vücut dilini çok iyi kullanan, şirin çocuksu yarışmacı Lena Meyer ile bir bağ kuran seyirci nihayetinde onu birinci olarak seçti; tabii bu durum, zaten zengin olan patronları daha da zengin etti. Örnekler daha da artırılabilinir. Sonuç olarak söylemek gerekirse azımsanmayacak izleyici sayısına sahip olan bu tarz programlar, içerikleri zenginleştirilerek (!) yeni versiyonlarıyla karşımıza çıkıyor. Hedef kitle olarak daha çok gençleri esas alan bu tarz programlar, duygusal olarak çabuk etki altında kalan gençlere bir şey vermiyor, bilakis onlardan birşeyler alıyor.

Kaynaklar:

- Elke Kronewald, Fersehnutzung und parasoziale Beziehungen von Singles und Liierten
- Katrin Döveling, Lothar Mikos, Jörg-Uwe Nieland, Im Namen des Fersehvolkes. Neue Formate für Orientierung und Bewertung
- Claudia Wegener, Theoretische Bezüge der Medienpädagogik, Parasoziale Beziehung 

08 Agustos 2010
http://www.yeniozgurpolitika.org/arsiv/?bolum=haber&hid=61919 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder