12 Ağustos 2012 Pazar

Tabu ve kadın


Tabu ve kadın
  
ELİF SONZAMANCI

Tabu kelimesini şöyle belleklerimizde yoklayacak olursak, bize pek pozitif anlamlar hatırlatmaz. En çok da kadınların başı derttedir bu sözcükle. Eril toplumlarda alışılagelmiş bir durumdur ‘yasak’ ve yasak kelimesiyle eşanlamlı anılan kavram ‘tabu’. Tabu kelimesinin kökeni Polinezya’ya dayanır, Pasifik adalarından batılı medeniyetlere taşınan nadir kelimelerden biridir. İngiliz denizci ve kaşif James Cook, 1777 yılından Pasifik Adaları gezisinde bu sözcükle tanışmış ve ülkesine dönüşünde yaymıştır. Daha sonra tabu kelimesi birçok dilde kullanılmıştır. Tabuyu daha iyi kavramak için Polinezya toplumundaki karşılığına bakmakta fayda var. Zira batılı medeniyetler bu kelimeyi kendilerine göre yorumlamışlardır.


Polinezya kültüründe mana ve tabu

‘Mana’, Polinezyalılarda güç ve inanılmaz bir etki anlamlarına gelir. Güç, canlılık, başarı, etki, büyüme, doğurganlık gibi anlamlarla da tanımlanabilir. ‘Mana’, gizli bir güçtür ve sembolik bir gücü ifade eder, nesilden nesile aktarılır. Mananın eksikliği başarısızlık getirir, yetersiz hissettirir ve güçsüzleştirir.

Mana gibi Polinez kökenli bir kelime olan ‘tabu’, mana ile bir bütünlük içermekle beraber, tehlike ve yasak anlamlarını da taşır. Örnek vermek gerekirse, kutsal olarak belirtilen yerlere ayak basmak, mana tarafından sahiplenilen insanlarla konuşmak ya da ona ait nesnelere dokunmak tabu anlamına gelir. Tabunun kırılması, katı cezaları beraberinde getirir ve bu doğrultuda bazen ölüm cezaları da verilebilinir. Tabunun batı medeniyetlerinde kullanımı daha farklıdır.
Genel olarak bilinçli kaçınma anlamında kullanılır. Günlük yaşamda kaçınılması gereken şeyler insanlar için tabudur; kırmızı ışıkta karşıya geçmek gibi. Bazı toplumlarda, bir kadının erkekle belli normlarda ilişki kurma gerekliliği de, tabunun batılı kullanımına basit bir örnektir.

Freud ve tabu

Sigmund Freud ‘Tabu ve Totem’ adlı kitabında, tabunun anlamını geniş bir şekilde incelemiştir. Freud, tabunun birbirine karşıt iki anlamından bahseder ve şöyle der: “Tabu bir yandan kutsal, kutsallaştırılmış anlamlarına; diğer yandan da tehlikeli, korkunç, yasak, kirli anlamlarına gelir. Tabunun karşıtı Polinezya’da ‘noa’ sözcüğüyle söylenir ve sıradan, yanaşılabilir, tutulabilir bir şey anlamlarına gelir. Bu biçimde tabu sözcüğünde sakınımlılık kavramı gibi bir anlam da gizlidir; kendini temel olarak yasaklarda gösterir. Bizdeki ‘kutsal korku’ tanımlaması çoğu durumda tabu anlamını karşılar.” Freud, tabu sınırlamalarının din ya da ahlak yasaklarından farklı olduğuna değinir ve bunların bir tanrının egemenliğine bağlı olmaktan çok, kendinden yasak olduklarının altını çizer. Freud’a göre, yasak olmalarını kendileri gerektirir. Bunların ahlak yasaklarından ayrılığı: Tabu yasakları, doğrulukları için akla uygun hiçbir neden gösteremezler, kökenleri de belli değildir. Bizce anlaşılamaz olmakla birlikte, onun egemenliği altında olanlar için bu yasaklar bir zorunluluk, bir gerçek olarak kabul edilir. Freud, ‘ilkel’ insanların kendilerini bir sürü kayıt ve baskıya bağımlı kıldığını düşünür. Açık ve akla uygun hiçbir nedeni yokken şu ya da bu yasak sayılmakta ve niçin yasak sayıldığı sorusu onların aklına bile gelmemektedir, çünkü kendilerini bu bağlarla gayet doğal olarak bağlı görmektedirler, bunlara karşı herhangi bir saldırının şiddetle ve otomatik olarak cezalandırılacağına inanmaktadırlar. Freud ayrıca bu yasakları istemeden çiğneyenlerin bile gerçekten otomatik olarak cezalandırıldığını gösteren gözlemlerini şöyle anlatır: “Örneğin yasak olan bir hayvanın etini yiyen suçsuz bir kişi, derin bir acıya kapılarak öleceğine inanmış ve gerçekten ölmüştür.”

Tabular daha çok tehlikelerden koruma, sosyal düzeni sağlama ve konrol etme maksatlıdır. Kadın olmayı bir zayıflık olarak görür ve baskısı genel anlamda kadınlar üzerinedir. Tabii ki tabu erkeklere de vardır, fakat bu yazımızda tabuların kadınlar üzerinde yarattığı sonuçları, temelini gerçek yaşamdan alarak kurgulanmış filmler üzerinden örnek vermeye çalışacağız. Yazımızı iki bölüme ayıralım. İlk olarak Friedrich Wilhelm Murnau’nun 1931’de Pasifikler’de çektiği ve tabunun Polinez kültüründeki karşılığını anlatan filmi ‘Tabu’yu, ikinci olarak da İran’da recm edilen Soraya’nın hikayesini anlatan ‘Soraya’yı Taşlamak’ filmini kısaca anlatacağız.

Tabu: Güney Pasifik Okyanusu’ndan bir öykü

Murnau’nun son filmi olan ‘Tabu’, Matahi ile Reri arasında tabularla yasaklanmış bir aşk hikayesini anlatıyor. Ünlü belgesel yönetmeni Robert Joseph Flaherty ile birlikte çalışarak çektiği filmde yönetmen Murnau, tabunun kutsallığını gözler önüne seriyor. Tabu kavramını çoklu bir perspektiften sunmasının yanı sıra, Freud’un tabu tanımlarına paralel bir çizgi izlediği söylenebilir. İki bölümden oluşan filmin ilk bölümü ‘cennet’te, ikinci bölümü ise ‘kayıp cennet’te geçiyor. Filmin başlangıcında bir adada kadın ve erkekler eğlenirken, kumsala bir yelkenli yaklaşır ve herkes eğlencesini bırakıp karşılamaya gider. Gelen, kutsal şef Hitu’dur ve adadakilere, kutsal kadının öldüğünü, onun yerine güzelliği ile ün yapmış Reri’nin seçildiğini haber verir. Reri artık bütün erkekler için tabudur ve kimse ona dokunamayacaktır.

Olanları büyük bir üzüntüyle karşılayan Matahi, Reri’yi başka bir adaya kaçırır ve böylelikle filmin ikinci bölümü, ‘kayıp cennet’ başlamış olur. Kaçtıkları ada, daha çok batılı kültürün hakim olduğu, ağırlıkta Avrupalılarla Çinli iş adamlarının yaşadığı ve zamanın genelde eğlence ile geçtiği bir yer. İnci avında oldukça başarılı olan Matahi, bulduğu çok değerli inci için düzenlediği kutlama nedeniyle borçlanınca zor durumda kalır. Derken Hitu da Reri’yi almak için adaya gelir. Adadan kaçmayı planlayan Matahi, gemi biletini alabilmek için inci bulmaya çalışır. Köpek balığı görüldüğü için ‘tabu’ yazılı tabelanın yerleştirilerek, girişin yasaklandığı bir alana talebanın işaretlediği tehlikeye aldırmadan giren Matahi inci bulur, ancak döndüğünde Hitu’nun Reri’yi götürdüğünü fark eder. Arkalarından gider, geminin halatına tutunur. Ancak Hitu halatı kesince Matahi suda boğulur.

Filmde her ne kadar romantik bir aşk hikayesi baskın olarak anlatılsa da Murnau, Polinez kültürünü muazzam görüntülerle vermeyi başarmıştır. Kadının tabu karşısındaki çaresizliği, tabunun ‘kutsal’ gücü Murnau’nun objektifinden gerçekçi bir bakış açısıyla anlatılmıştır. Zira filmin sonunda kazanan tabu olmuştur. Şunu da belirtmekte fayda var; Murnau, filmi çekebilmek ve çok iyi görüntüler yakalamak adına kutsal bölgelere girmiş ve bu şekilde bazı tabuları kırmıştır. Ve bir ayrıntı daha: Yönetmen Murnau, filmi tanımladıktan sonra, ani bir trafik kazasıyla yaşamını yitirdi. Kazada sadece kendisinin ölmüş olması, tabu kırılması üzerine çeşitli spekülasyonlara yol açmıştır.

Soraya’yı taşlamak...

Yazımızın ikinci bölümünde recm olayını konu alan bir filmi örnek vermek istiyorum. Recmi ‘namus adına işlenen bir cinayet’ olarak ele alırsak, bu tür olaylarda toplumun belirlediği ahlak ilkeleriyle çatışan kadın, bir tabuyu yıkmış oluyor ve genellikle ölümle cezalandırılıyor. ‘Tabu’, kadın ve erkek tarafından birlikte kırıldığı halde, yalnızca kadının ‘cezalandırılması’, tabunun göreceliğini de gözler önüne seriyor.

Günümüz toplumlarında ahlak kuralları ile Freud’un bahsettiği tabu yasakları arasında paralellikler olduğunu söylemek mümkün. Freud, tabu yasakları için akla uygun hiçbir neden gösterilmediğini ve kökenlerinin de belli olmadığına değinir. Toplumda şu an tabu olarak görülen ve ölümle sonuçlanan yasakların da mantıklı bir açıklaması olmadığı ve tamamen göreceliğe dayandığı aşikar. Bu yorumumuzu bir örnekle pekiştirelim: Filmimizin adı ‘Soraya’yı taşlamak’. Film, İranlı gazeteci Freidoune Sahebjam’ın gerçek bir olaya dayanan romanında uyarlanmış. Yönetmenliğini Cyrus Nowrasteh’in yaptığı 2009 yapımı, Soraya’nın taşlanarak öldürülmesi ile sonuçlanan trajik olaylar zincirini anlatıyor. Gazeteci Freidoune, arabası bozulduğu için küçük bir köy olan Kupayeh’te durmak zorunda kalır. Yeğeni olduğu Soraya’nın bir gün önce, kendi köylüleri tarafından taşlanarak katledildiğini bütün dünyaya duyurmak isteyen Zahra, Freidoune’ye olanları anlatmaya çalışır. Soraya’dan boşanarak, idam mahkumu birinin 14 yaşındaki kızı ile evlenebilmek için tuzak kuran gardiyan Ali, toplumun ‘hassas’ noktalarını kullanarak iftira atar. Plan çok basit: Komşuları Haşim’in eşi ölünce, Soraya para kazanma zorunluluğuyla onlara yemek yaparak yardım eder. Ali bu durumu kullanarak, Soraya’nın sadakatsiz olduğunu ve zina yaptığını öne sürer. Köydeki etkili kişileri – köyün imamı ve muhtarı dahil - yanına alan Ali, eşinin recm edilmesini sağlar.

Sahneleri oldukça başarılı bir şekilde aktarılan filmi izlerken seyirci, kendini filmin çekildiği coğrafyada buluyor. Hele hemcinslerinin problemlerine duyarlı olan bir kadın gözüyle izlendiği zaman, sabır sınırlarını zorlayacak bir film ‘Soraya’yı taşlamak’. Zira filmde, kadının hala tabular karşısında meta olmaktan kurtulamadığı gerçeği çarpar suratlarımıza. Freud tabuyu tanımlarken, ‘bizce anlaşılamaz olmakla birlikte, onun egemenliği altında olanlar için bu yasaklar bir zorunluluk, bir gerçek olarak kabul edilir’ demişti. Bu tanımı her ne kadar kendince ‘ilkel’ olarak değerlendirdiği toplumlar için yapmışsa da, günümüz toplumlarında da görüldüğü üzere durum farklı değildir. Yine Freud’un belirlemelerinden yola çıkarak tabunun daha çok tehlikelerden koruma, sosyal düzeni sağlama ve kontrol etme maksatlı olduğunu hatırlatacak olursak, burada tabuları egemen güçlerin ve onun yürütücülerinin kendi iktidarlarını korumak adına da kullandıklarını görürüz. Filmde sistemin yürütücüsü, imam ve Soroya’nın eşi Ali’dir. Tabu, kadınlar için bütün cisimleri kendine çeken kara delik gibidir. Ve hakim olan düzen içinde onun çekim alanından kurtulmak çok da kolay değil.

Kaynaklar:

Sigmund Freud, Totem ve Tabu, Çev. Niyazi Berkes, Aralık 1998
Hermann Mückler, Einführung in die Ethnologie, Facultas Verlag Wien, 2009 

05 Haziran 2011
http://www.yeniozgurpolitika.org/arsiv/?bolum=haber&hid=70969 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder