| | |
Alman sinemasının
büyük entelektüeli Alexander Kluge
ELİF SONZAMANCI
“Film tarihi daha çok genç. Bakınız, anneannem bile film tarihinden daha
yaşlıdır. Bu film tarihi 120 yıllık. Bu sürenin üçte birine aktif olarak
katıldığım için onur duyuyorum.”Bu
sözler 2008 yılı Alman Film Ödülleri gecesinde Alexander Kluge tarafından
yapılan konuşmanın bir bölümü. Alman sinema tarihinde önemli bir konuma sahip
olan ve Yeni Alman Sineması’nın da kurucuları arasında bulunan Kluge,
filmlerinde genellikle memleket meselelerini mercek altına alıyor. Popüler
kültürün yaşamımızın her alanına sızdığı günümüzde, sağlam bir duruş
sergileyerek, alternatif bir bakış açısı sunuyor. Filmleriyle öğretiyor,
duygulandırıyor, sorguluyor, bilgilendiriyor, eleştiriyor.
Son olarak Sergei
Eisenstein’ın gerçekleştiremediği projesi Marx’ın Kapital’ini filme çekme
çabalarını beyaz perdeye taşıyan Kluge, maalesef genç nesil tarafından
yeterince ilgi görmüyor.
Kluge, doktora ünvanı olan bir hukukçu, film ve televizyon yapımcısı, yazar ve
senarist. 14 Şubat 1932 tarihinde Halberstadt’ta doğan Kluge, Berlin’de hukuk,
tarih ve kilise müziği eğitimi aldı. Berlin ve Münih’te kısa süreli olarak
hukuk alanında çalıştıştıktan sonra, bu alanı bırakıp film çalışmalarına
yöneldi. 1958 yılında Fritz Lang’ın asistanlığını yaptı, 1960 yılından itibaren
ise yönetmen ve kısa film yapımcılığı ile bu sektörde sağlam adımlarla yol
aldı. Eski Alman filmlerinden vazgeçerek ‘Oberhausener Manifest’ (Oberhausen
Manifestosu) olarak adlandırılan akımın önde gelenleri arasında yer aldı.
Oberhausen Manifestosu ‘Babamın sineması öldü’ sloganından yola çıkarak 26 genç
sinemacı tarafından altına imza atılan bir manifesto. Onları, film endüstrisi
içerisinde çok fazla yer almamış fakat Yeni Alman Filmleri yaratmaya çalışan
azimli bir topluluk olarak tanımlamak mümkün. Kluge 1963 yılında ‘Kairos-Film’
adında bir film şirketi kurdu. Ulusal ve uluslararası alanda büyük başarılar
kazanan ‘Düne Veda’ (Abschied von Gestern) filmiyle Yeni Alman Filmleri’nin
öncülerinden biri olarak kabul edildi. Günümüzde daha çok televizyon
çalışmalarına yönelen Klug ‘10 vor 11/Ten to Eleven’, ‘Prime Time/Spätausgabe’
gibi kültür televizyon programlarının da yapımcısı.
Autorenfilm ve Kluge
Kluge fimlerinden bahsederken, O’nu ‘Autorenfilm’ kavramı ile birlikte anmak
gerekir. Bertelsmann sözlüğünde ‘Autorenfilm’ kavramı ‘senaristinin aynı
zamanda yönetmen olduğu film’ olarak tanımlanıyor. Kluge ise Autorenfilm’lerini
ticari düşüncelere karşı bir protesto formu olarak yorumluyor ve film prodüksiyonunu
iki temel formda ele alıyor; ticari içerikli film ve Autorenfilm. Ticari
filmlerde yapımcı, senaryoyu, oyuncuları, yönetmeni ve bütün ekibi pazara sunar
ve bununla bir yapıt oluşturur. Buna karşılık Autorenfilm’lerinde çok farklı
bir düşünce söz konusu. Tıpkı bir kitap yazmak gibi, burada filmler
deneyimlerden, yazarın sorumluluğundan, ya da yazarların kollektifinden
üretiliyor. Autorenfilm’lerinde, parasal ve yaratıcılık yönleri arasındaki
kooperatif ilişkide bir denge söz konusu. Kluge’ya göre Autorenfilm ile
uğraşanların kendilerini korumak adına somut durumlarda ekonomik araçları olmak
zorundadır. Onlar banknotlara ilgi duymazlar, bilakis paraya filmin üretim
gücünü geliştirmek adına ihtiyaç duyarlar. Kluge’un tanımlarından da
anlaşılacağı üzere, bu tarz film yapanlar, merkezlerine ‘seyirciye neler
verecekleri’ konusu ile meşguldürler.
Düne Veda: Bozuk bir düzen içerisinde geçmişimiz, yarınımız
Kluge’un ilk uzun metrajlı filmi Düne Veda (Abschied von Gestern) Yeni Alman
Sineması’nın klasikleri arasında yer alıyor. Film 1966 yılında Venedik Film
Festivali’nde Gümüş Aslan ödülünü aldı. Filmin başrol oyuncusu, aynı zamanda
Kluge’un kız kardeşi Alexandra Kluge ise en iyi kadın oyuncu seçildi. Düne
Veda, geçmişini her zaman kendisi ile taşıyan ve ona veda edemeyen Anita G.’nin
hikayesini konu ediniyor. Anita G. 1937 yılında Leipzig’te Yahudi bir ailenin
kızı olarak dünyaya geliyor. Nazi döneminde sağ kalmayı başararak, yeni bir
gelecek adına Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya iltica ediyor. Kaldığı şehirde
hırsızlıkla suçlanan Anita, başka bir şehre göç ederek hayatını devam ettirmeye
çalışıyor. Burada ise evli olan şefiyle duygusal bir yakınlık yaşıyor ve şefin
eşine herşeyi anlattıktan sonra işten kovuluyor. Yaşadığı olumsuzluklar bununla
sınırlı değil Anita G’nin. Hizmetçi olarak çalıştığı başka bir işyerinde ise
işlemediği bir hırsızlık olayı yüzünden kovuluyor. Daha sonra Pichota adında
bir memura aşık oluyor. Pichota, Anita’yı eğitmeye çalışarak ona dersler
veriyor ve filmin akışında onu, Anita’ya Brecht’in yazılarından bölümler
okurken izliyoruz. Pichota’dan çocuk bekleyen Anita, Pichota’nın beklentilerine
uymayan tavırları karşısında, yine boş bir yola doğru sürükleniyor, yıkıntı bir
evde yaşamaya başlıyor. Filmin sonunda Anita pes ederek, kendisine şans
tanımayan, geçmişinden dolayı sürekli yargılayan bu toplumu daha fazla
taşıyamıyor ve polise teslim oluyor. Mutsuz ve yenik bir sonun filmi gerçeğe
yakın kıldığını söylemek mümkün.
Kluge bu filmi ile Batı Almanya ve doğudaki Demokratik Almanya Cumhuriyetini’nin
(DDR) toplumsal sistemine eleştirel yaklaşıyor. Anita burada bozuk bir sistem
ile problemli bir toplumun içinde yaşanabileceklerin bir sembolü olarak
duruyor. Bir yere ait olamama duygusunun derinlemesine verildiği filmde Anita,
aynı ama bir o kadar da farklı iki coğrafya arasında bir boşluk hissi yaşıyor,
direniyor fakat kendisine şans tanımayan bir düzende, malumunuz birçok insanın
başına gelebilecek sondan da kendini kurtaramıyor. Kluge diğer filmlerinde
olduğu gibi bu filmde de klasik bir anlatım tercih etmiyor. Film bölümlerden
oluşuyor ve her bölümün başlangıcında, o bölümle bağdaşan değişik şairlerin
şiirlerinden, yazarlardan ya da aforizmalardan alıntılar yaparak ara yazılar
kullanılıyor. (Genelde bu yöntem sessiz filmlerde karşımıza çıkar) Filmlerinde
anlatıcı çoğu zaman Kluge’nin kendisidir; anlatımda seyirciye genelde bir figür
anlatılıyor ya da başrol oyuncusunun yaşadığı durum hakkında açıklayıcı
bilgiler veriliyor.
‘Bir belgesel film üç kamera ile çekilir’
Kluge filmlerinde üzerinde durulması gereken önemli bir yön de, filmlerinde
sıkça karşılaştığımız belgesel ve kurgunun iç içe geçmesi durumudur. Örneğin
Düne Veda’da Hessenli Başsavcı Fritz Bauer ile gerçek bir görüşme sunuluyor.
Bauer filmde, adaletsiz bir düzen karşısında savunmasız kalan Anita G.
olayından yola çıkarak, adalet sisteminin iyileştirilmesi konusunda
düşüncelerini aktarıyor. Filmleri ve teorileri ile ilgili olarak çok sayıda
makale ve kitapları bulunan Kluge, yine belgesel filmler hakkındaki bir
belirlemesinde “Bütün otantik belgesel filmler belgelerler; bütün radikal
tecrübeli film denemeleri, belgesel öze göre çalışırlar” diyor. Bu bağlamda
Kluge belgesel filmlerde üç prensipten bahsediyor. O’na göre bir belgesel film
üç kamera ile çekilir. Birincisi; teknik anlamındaki kamera ile. İkincisi;
yönetmenin kafasındaki kamera ile. Üçüncüsü; belgesel film türünün kamerası
ile. Burada belgesel film izleyen seyircinin beklentisi de göz önünde
bulunduruluyor .
Kuşkusuz Kluge bir sayfaya sığdırılacak bir entellektüel değil. Yapıtlarından
sadece birini tanıtabildiğimiz Kluge’un bununla sınırlı olmadığını belirtmek
gerek. Kluge’un çok sayıda film ve kitapları raflarda meraklılarını bekliyor.
İzlerken zorlanacağınız, zorlanırken düşüneceğiniz, düşünürken araştırmalara
itecek filmlerdir, Kluge’nin filmleri. Film izlerken çok defa ara vermek
zorunda kalabilirsiniz. Bu kadar efor sarfederek izlemek zorunda kalınsa bile,
Yeni Alman Sineması’nın babası olarak bilinen Kluge’nin filmleri, sinema
meraklılarının kaçırmaması gereken yapıtlardır.
16 Mayis 2010
http://www.yeniozgurpolitika.org/arsiv/?bolum=haber&hid=59056
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
| | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder