16 Ağustos 2012 Perşembe

İki insanın şarkısı ve Murnau'nun Sunrise'ı



İki insanın şarkısı ve Murnau'nun Sunrise'ı 
                                                           
ELİF SONZAMANCI

Sunrise (Gündoğumu) Murnau'nun en güçlü filmlerinden biridir. Hermann Sudermann'ın 'Tilsit'e yolculuk' adlı romanından uyarlanan filmde Murnau biriktirdiği bütün deneyimleri biraraya getirmiş. Kamera hareketleri, ışıklandırma, görüntü komposizyonu, filmlerde kullandığı keskin atmosferler gibi ayrıntıların hepsini bu filmde görmek mümkün. Ayrıca Sunrise Murnau'nun Amerika'da çektiği ilk film olması açısından da önemlidir. Amerika'da çektiği filmler arasında sadece bu filmde sanatını istediği gibi kullanmıştır. Tanım yerindeyse adete kendi tablosunu çizmiştir demek mümkün. Birçok sanat çevresinden de olumlu eleştiriler alan Murnau kendine has bir yöntemle çalıştığını aslında şu sözleri ile de dile getiriyor.
''Bir çok eleştirmen Janot Gaynor'a filmde çirkin bir peruk taktırdığım için beni eleştirdiler. Onun güzelliğini kapattığım ve onu çirkin gösterdiiğim için şikayet ettiler. Ama aslında bunun tamda hedeflediğim şey olduğunu tahmin etmediler.
Ben Janot Gaynor'u bir beyaz perde güzeli olarak sunmak istemedim, bilakis onu aptal küçük  bir köylü kızı olarak sunmak istedim.
'' Ayrıca Sunrise'ın Oskar ödüllü bir film olduğunu da belirtmekte fayda var. Oskar ödüllerinin ilk olarak dağıtılmaya başlandığı yıllar olması açısından, o dönemde şimdiki kadar geniş kitleler tarafından benimsenmiyordu. Sunrise entellektüellerin beğenisini kazanmasına rağmen halk arasında çok fazla beğenilmedi ve ekonomik olarak ta çok fazla gelir getirmedi.
Filmin yapımcısı William Fox bu nedenle Murnau' ya bundan sonraki filmlerinde Sunrise'ta olduğu gibi özgürlük tanımadı ve birinci elden her zaman müdahalelerde bulundu. Murnau aslında her zaman Hollywood ile sorunlar yaşadı. Bu yazıda Murnau'nun Sunrise filmini mercek altına alacağız. Bunun için öncelikle filmin içeriğini kısaca anlatmak gerekirse ; filmde temel üç mekan bulunuyor. Birincisi filmin başlangıcı ve sonunun geçtiği köy, ikincisi filmin temel hikayesinin geçtiği şehir ve üçüncüsü ise trajik olayların yaşandığı göl. 
Bir çiftçinin genç ve güzel bir karısı vardır. Burada senaryo yazarı Carl Mayer'in ekspresyonizmin etkisiyle karakterlere isim vermektense bir kadın ve adam olarak tanımlamayı tercih ettiğini belirtelim. Kadın ve adamın bir çocukları vardır ve kadın saf ve yalın bir güzelliği sahiptir. Günlerden birgün adam köylerine turist olarak gelen bir kadına gönlünü kaptırır. Çift her gece bataklık olan bir alanda gizlice görüşmeye başlar. Bu görüşmeler gittikçe sıklaşmıştır. Birgün şehirli kadın sevgilisine karısını öldürmesini ve çiftliği satıp onunla birlikte şehre gelmesini söyler. Adam ilk olarak karşı çıksada, sonrasında planı kabullenir. Bütün olanların farkında olan köylü kadın bu duruma üzülsede elinden birşey gelmez. Plan sorası adam karısına Tilsit şehrine gitmeyi önerir. Birlikte bir şehir gezisi yapacaklardır. Köylü kadın bu fikre çok sevinir ve kocasının kendisini tekrar sevdiğini düşünür. Kayık gezisi sırasında herşey tersine gider. Adam kadının boğazına sarılmaya çalışır ama onu öldüremez ve büyük bir pişmanlık hisseder. Kadın herşeyi anlamıştır ve karaya vardıklarında tüm hızıyla adamdan kaçar ve bir tramvaya biner. Adam, karısına kendisini affettirme derdindedir. Tramvaydan indikten sonra bir kafede otururlar ama kadın adamın kendisine yaptıklarını hala kabullenemez. Kadın adamdan tekrardan kaçar, adamsa kendini affettirme derdindedir. Birlikte bir kilise nikahına katılırlar ve adam rahibin nikah kıyma sözlerinden çok etkilenir ve hıçkırıklara boğulur. Kadın durumu farkeder ve adamın ne kadar pişmanlık duyduğunu anlar. Birlikte bir lunaparka giderler ve doyasıya dans ederler. Burada birbirlerine yeniden aşık olurlar. Köye dönüş sırasında büyük bir fırtına kopar, kayık su alır ve dalgalar ikisinide savurur. Adam gözlerini açtığında karısını yanında göremeyince büyük bir acı hisseder ve durumu köylülere haber verir. Köylülerle birlikte gaz lambaları eşliğinde aramalar başlar. Bu esnada gürültüleri duyan şehirli kadın büyük bir telaşla uyanır ve olanları anlamaya çalışır. Planlarının gerçekleştişini düşünen şehirli kadın adamın yanına gider. Bu sırada sinirlenen adam  şehirli kadını boğmaya çalışır, çünkü olanların sorumlusu olarak onu görmektedir. Köylüler karısının bulunduğu haberini verince koşarak eve gider ve film mutlu bir tablo ile biter.  Şehirli kadın ise ait olduğu yere döner.                                                                                                                                 
Son Adam filmiyle Hollywood'un dikkatini üzerine çeken Murnau, Son Adam'da olduğu gibi Sunrise'ı da banal bir mutlu son ile bitirmeyi tercih etti. Mutlu son genelde Hollywood'un da tercihi idi. Çünkü halk mutlu sonla biten filmlere daha çok rabet gösteriyordu. Özetle söylemek gerekirse; birçok filmde senarist Carl Mayer'le birlikte çalışan Murnau , Sunrise'ta da yine bir şiir yazdıklarını söylesek sanırım abartmamış olacağız. Fakat Sunrise bir fikaskoyla sonuçlandı ve yapımcısına pek bir getirisi olmadı. Fox Murnau'yu filmi avrupalılaştırmakla suçladı. Köy ve köylüler Amerikalılar'a değil Avrupalılar'a benziyordu. Aslında kısmen bu doğruydu, çünkü Murnau bir Avrupalı idi ve bugüne kadar kazandığı deneyimler- her ne kadar film Amerika'da çekilse de -  filmlerinde kendini bariz bir şekilde gösteriyordu. Örneğin filmde expresyonizmin (dışavurumculuk) izleri mevcuttu. Şimdi filmde bu etkilerin izlerini sürelim. 

Ekspresiyonizm ve Sunrise                                                                                                                                                   

Murnau aslında hiçbir zaman tam anlamıyla bir ekspresyonist olmadı. Expresyonizmin mihenk taşı olarak görülen filmi 'Nosferatu'  filminde dahi ekspresyonist film kurallarına karşı gelerek, stüdyo yerine gerçek mekanda çekmiştir. Oysa gerçek mekanda çekmiş olması ekspresiyonist yapısına gölge düşürmemiş, bilakis güçlendirmiştir. Bilindiği gibi ekspresiyonist filmler reel olmayan sahne dekorları ile genelde stüdyolarda çekilirdi ve ışık ile karanlık kullanımı fazlasıyla abartılırdı. Yazının devamında bunada yer vereceğiz. Her ne kadar Alman sineması daha sonraları dışavurumculuktan koparak yeni nesnellik akımını benimsese de, Murnau filmleri bu akımın izlerini her zaman taşımıştır. Doğaüstü çekimleri,  ışık ve gölge oyunları , yapay görüntüler ve  yaratılan kabus atmosferi gibi ayrıntılarla  filmlerinde ekspresiyonizme her zaman açık bir kapı bıraktmıştır diyebiliriz. Sunrise filmine gelince; bu filmde de  hem real hemde ekspresyonist  izlere rastlamak mümkün. Filmin sanat yönetmeni Rochus Gliese Sunrise filmi için  inşa ettiği köyde güçlü bir ekpresiyonist  alan yarattı. Film bilimcisi Thomas Elsaesser ''Eğer Murnau'nun filmlerini ekspresiyonist filmler olarak adlandıracaksak , onun görsel stili nedeniyledir'' der . Yine Filmbilimci Lucy Fischer Sunrise'ın tipik bir Amerikan geleneği olan melodram özelliklerini gösterdiğinin altını çizer. Örneğin hikaye bir ev yaşamına odaklanır. Ayrıca manici yapısının etkisiyle iyinin kötüye karşıtlığını ve kadının masumiyetini ön plana çıkarır. Öte yandan melodramatik köklerini aşarak ekspresyonist bir stile evrilir. Murnau'yu çok yakından tanıyan film tarihçisi Lotte Eisner Murnau'nun ekspresionizminin oyuncuların oyunculuklarından da yansıdığını söyler. Mesela bazı sahnelerde adamı çok aciz ve acınası bir şekilde gösterir. Karısını öldürmek ister ama yapamaz, yine bu karar için sevgilisine karşı koymak ister ama koyamaz. Bu sahnelerde vücut haraketleri  oldukça hantaldır. Böylelikle adamı bir canavar gibi yansıtır. Bu aslında ekspresionist filmlerin bir stratejisidir. Yine bataklık sahnesi puslu bir atmosferi gösterir. Bu da o tarz filmlerde bolca kullanılan sahnelerdir. Adamın sevgilisinin kararını düşündüğü ve kafasında ikirciliklerin oluştuğu sahnede , sevgilisinin hayali belirir, bu da ekspresyonist filmlerin bir izidir. Bunun yanında köy ve şehir yaşamı son derece gerçekçi bir şekilde verilmiştir. Özetle söylemek gerekirse Sunrise Avrupa ve Amerikan duyarlılıklarını da taşıyan bir filmdir.  

Işık ve gölge
                                                                                                                                                  
Işık ve gölge kullanımı Murnau filmlerinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Filmlerindeki estetiklik aslında onun ışığı ve gölgeyi ustaca kullanmasından ileri gelmektedir. İyi ve kötü karşıtlığını bize  ışık ve gölge oyunları ile sunar. Yine Thomas Elsaesser ışığın oyuncuların psikolojisinin aktarılmasında söz sahibi olduğunu vurgular. Bu aslında Amerikan sinemasının motivasyonel gerçekliğinin karşısında durur. Işık kullanımı Murnau filmlerinde sebep ve etki ile motivasyon ve anlam ilişkisi algısını daha da ayyuka çıkarır. Lotter Eisner'in belirttiği gibi mesala tranvay sahnesinde ışık ve gölge lekeleri köylü kadının vücudunda ve yüzünde titrer. Yine köylü kadının aranması sahnesinde Murnau ışık ve gölge oyununu konuşturmuştur. Mesela şehirli kadın seslere uyandığında insanların lambalarla yola çıktıklarını görür. Bu sırada ışık kaynakları odanın içerisinde gidip gelir. Yüzünde gölgeler  adeta dans eder. Sonra kadın sahile doğru yönelir. Orada saklandığı çalılıklarda yaprakların gölgeleri yüzüne vurur. Bu sahnede de Murnau'nun muazzam gölge oyununa tanık oluruz. 

Şehir ve köy karşıtlığı

Tıpkı iyi kadın ve kötü kadın antagonizmi gibi Murnau'nun filmlerinde köy ve şehir  bariz bir şekilde karşıt olarak verilmiştir. Sunrise'da köy iyi kadını, şehir ise kötü kadını temsil ediyor diyebiliriz. Şehir gürültülü, şehvetli ve eğlencelidir, oysa köy sade, saf ve iyiliğin, yardımseverliğin temsilidir. Buna filmdeki bir sahnede de yer verilir. İki sevgilinin buluştuğu sahnede kadın şehrin yaşamını anlatırken gökyüzünden bir projektör gibi görüntüler geçer. Dans, müzik ve eğlence vardır şehirde ve adamı şehre taşındığında bu sahneler beklemektedir. Oysa köy yaşamı dingin ve sevgi doludur. Murnau başka bir sahnede bu karşıtlığı vermek için paralel montaj yardımıyla bunu hizmetçiye anlattırır. Hizmetçi eski günleri anlatır. Eskiden adamın çok mutlu bir yaşantısı vardır. Sabanla topraklarını süren bir sahne ve bu esnada  çocuklarıyla oynayan karısı. Adam karısı ve çocuklarına yaklaşır ve mutlu bir sahne sunulur. Oysa şimdi bu şehirli kadının yanında bütün parasını ve mutluluğunu kaybetmiştir. Kısacası şehir kötü , köyse saf ve iyidir. 
Sayfa alanımız kısıtlı olduğundan dolayı çok fazla ayrıntıya girmeden Murnau'nun enfes filmi Sunrise'ı kısaca böyle anlatabiliriz. Sunrise Carl Mayer'in inanılmaz anlatımı ve Murnau'nun tekniğiyle adeta bir sanat şaheseridir. 

17 Haziran 2012 Pazar
http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=10342

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder