17 Ocak 2014 Cuma

Kadınsan oturup iki kere düşün

ELİF SONZAMANCI:   Kadınsan oturup iki kere düşün


Uzun zamandan beri kadın olmanın eril dünyada getirdiği dezavantajlara yönelik kafamda bazı soru işaretleri vardı. Kadın olarak bu erkek egemenlikli dünyada bizleri neler bekliyor? Sorular giderek uzuyor… Zira neredeyse her gün kadın cinayeti haberleri yapıyoruz. Ve bu sorun maalesef yılanın deri değiştirmesi misali biraz daha tazelenerek çıkıyor karşımıza. 
Bu hislerin derinliğini yaşarken geçenlerde bir röportaj okudum. Bianet’te yayınlanan röportaj, ‘Makyaj yapmaya nasıl başladım’ başlığıyla yayınlandı. Kendisini hep cesur bir kadın olarak gördüğüm, insan hakları mücadelecisi sevgili Av.Eren Keskin ile yapılan röportaj oldukça ilgi çekiciydi. Her satırını zevkle okudum. Sosyal medyada da epey paylaşılan röportajda genel olarak insan hakları mücadelesine yönelik sarf ettiği cümleler öne çıkarılarak paylaşılmıştı. Fakat benim dikkatimi daha çok kadın olmanın getirdiği zorlukları anlattığı cümleler çekti. 

Muhabirin makyajına yönelik sorusuna, Keskin aynen şöyle cevap veriyor: “Bir gün derneğe gidiyoruz. Evden çıkarken, annem yüzüm çok renksiz diye allık sürmek istedi. Tabii o zamanlar, şu anki halimin tam tersi, hiç makyaj yapmıyorum. Derneğe gittik. Bizden bir iki yaş büyük bir liderimiz var. Beni içerideki odaya çağırdı. “Eren sen makyaj mı yaptın” diye sordular. “Yoo, solgun görünüyormuşum, annem allık sürdü” dedim. Sonra beni çok sert eleştirdiler. Yok burjuva alışkanlığıymış, vay bunun sonu nereye varırmış filan. Sonra ben de tavır alıp makyaj yapmaya başladım.”
Bir tepki olarak makyaja başlayan Keskin, farklı duruşu ile birçok insandan daha cesur bir çizgi çizdi. Makyajlı olduğu için hep laf yedi, tacizlere maruz kaldı. Çünkü bakımlı ve cesur kadınların bu erkek dünyada yeri yok. Kadınsanız şayet başınıza neler gelebileceği konusunda hiçbir fikriniz yoktur. Hayır, hayır; aslında size fikir verecek birçok örnek var, bizzat yaşanmış. 
Kadınsanız, mesela fikirleriniz pek önemsenmez. Sizinle gülüp eğlenilir, keyifli sohbetler edilir, fakat iş ciddi meselelere geldiği zaman, mekandan olduğu gibi soyutlanıp bir kenara atılabilirsiniz. Eteğinizin boyu, bluzunuzun dekoltesi biraz kaçsa hemen eleştirilere maruz kalabilirsiniz. Bunu şu anki iktidar yeterince yapıyor; ama onlara muhalif olanların da aynı düşüncede olmaları, bu ülkede kadın sorununun politik sorunlar kadar önemli olduğunun mesajcısı.
Gazetelerin üçüncü sayfalarına yansıyan, medyanın eril dili eşliğinde sıradan bir cinayet gibi gösterilen kadın cinayetleri, toplumun medeniyet algısını gözler önüne seriyor. Bianet’in çetelesine göre 2013’ün ilk yedi ayında erkekler 97 kadın öldürdü, 97 kadına tecavüz etti, 127 kadını yaraladı, 110 kadına cinsel tacizde bulundu. Bu rakamlar toplumun ne kadar büyük bir travma içinde olduğunu yoruma yer bırakmadan gösteriyor. Bu cinayetlerin çoğunun kadınların eşleri ya da yakınları tarafından işlendiği gerçeğini de unutmamak lazım. 
Kadınsanız şayet, eşlerinizden boşanma gibi bir hakkınız yoktur. Erkek istediği gibi hayatına yön verebilir, evlenip çoluk çocuğa karışabilir; ama kadın dizini kırıp evinde oturmak zorundadır. Bu olaylar hep yanıbaşımızda gerçekleşen olaylar. Zira duymuştum; eşinden boşanan ve evlenip çoluk çocuğa karışan bir ‘erkeğin’ eski karısına sarf ettiği sözler aynen şöyle: “Bizde kadında boşanma olmaz. Evlendikten sonra ayrılsa bile artık başkasıyla evlenemez.” Bu sözleri hangi halet-i ruhiyede söylediğini kimse merak etmesin. Toplumun bu erkek zihniyetini beslediğini en çok annelerimizden biliriz. Sonuçta bu erkekleri yetiştirenler de birer kadın. 
Sırf kadın boşanmak istedi diye kesici aletler ya da silahla delik deşik eden bir jenerasyonun ebeveynleriyiz. 
Kadını halen bir üretim makinası gibi gören bir zihniyet yapısı haliyle kadın ile ilgili kararlarda ‘medeni’ ölçülere sahip olmayacaktır. Kadının üretkenliği demişken son dönemlerde popüler olan bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. 
Kadının çocuk doğurmasını kolaylaştıracak düzenlemeye göre doğumdan sonra kısmi zamanlı veya yarı zamanlı çalışma şekli devreye sokulacak. Kadınlar yarı mesai yaparak maaşının yarısını alabilecek. Bu süre çocuk ilkokula başlayana kadar devam edebilecek. İlk başta kulağa hoş gelen bu düzenleme ile kadın resmi olarak da eve kapatılıyor. Kadının evde kalmasıyla beraber toplumsal rollerini ne kadar sadakatle yerine getirdiğini hepimiz göreceğiz. Konuya yönelik KESK’in açıklamasından bir paragraf ayne şöyle: “Kısacası kadınlara, ‘sizin asli işiniz evdeki eş, çocuk, yaşlı, hasta, engelli bakımıdır; ev dışında çalışmak istiyorsanız da (bu asli görevlerinizi aksatmamak koşuluyla), yarı zamanlı, esnek, güvencesiz işlerde çalışabilirsiniz’ deniyor.”
Erkek egemenlikli bir sistemin kadını eve kapatma çabalarına destek veren bir kadın zihniyetine ne demeli? İnternette okuduğum, bir kadın tarafından yazılan yazıyı yorumsuz, aynen aktarıyorum: “Kadınlar çalışma hayatına bu kadar dahil olduktan sonra kadın fıtratı bozuldu, evlilikler bozuldu, aileler daha kolay dağılmaya başladı. Bunu, “iyi işte kadın çalışınca kocasına minnet etmiyor” diye iyi bir şeymiş gibi savunanlar, kocasına hizmet etmekten rahatsız olan kadınların iş yerinde patronlarına minnet etmek ve onların emirlerine itaat etmek zorunda olduğunu neden düşünmüyorlar acaba?”
Kadınları bu kadar düşünen bir yapılanmanın kadınların muayyen günlerinde ne kadar anlayışlı olduğunu biliyoruz. 
2004 yılında ağır ve tehlikeli işler yönetmeliği çerçevesinde kadınlara 5 gün regl izni verilmesi öngörülüyordu. Hatta o dönemlerde tekstil devi Sanko’nun patronu Abdulkadir Konukoğlu bu duruma tepki göstermiş, “Ben işçilerimin aybaşını mı takip edeceğim” diyerek uygulama değişmezse 4 bin kadın işçinin işine son vereceğini söylemişti. Daha sonraki yıllarda kadınlara ayda 5 gün regl izni verilmesine ilişkin yönetmelik kaldırıldı. Bu kararlar bile kadına doğurgan bir makina gibi bakıldığının örneği. 
Sanmayın ki bu kadına karşı anlayışsız, zalim zihniyet sadece kapitalist dünyada mevcut. Kadına dair sorunlar sözkonusu olduğunda pekala kendini ‘demokratım’, ‘solcuyum’ gibi sıfatlar ile tanıtan ‘erkek’ dünyası da o anlayışsızlık kılıfına bürünebilir. Kadınları bazen yatağa düşüren bu biyolojik olgu karşısındaki duyarlılık, çocuk isteği kadar gelişmemiş maalesef. Öyle ki bu dönemde kadınların karşılaştıkları zorlukları bile es geçerler. Bu zorlukları kısaca anlatmakta fayda var. 
Premenstrual sorunlar olarak da adlandırılan adet öncesi semptomlar, aslında hemen hemen bütün kadınlarda görülür. Kiminde fazla kiminde az… Bu dönemde mutsuzluk hissedilir, genelde karamsar bir hava çizilir. Kendini çaresiz hissedersin, gerginsindir, duygular ani şekilde değişir. Öfkeni kontrol edemezsin, tahammülün yoktur. Yorgunluk hat safhadadır, kendinden bezersin. Ne kadar uyursan uyu, uykusuzluk hissi üzerinden gitmez. Çabuk unutursun, kelimeler aklına bir türlü gelmez. Kas ağrıları, terleme, vücutta şişkinlik semptomlar arasındadır. Bunlar sadece özetlenmiş semptomlardır. Her kadında farklı yaşanabilir; fakat bu semptomları yaşayan kadınların hayatları nasıl kabusa döner, bunu yine en iyi kadınlar bilir. Zira kadın tutuklular üzerinde ABD’de yapılan bir araştırmaya göre kadınlar, en çok adet öncesi dönemde suç işlemiş.  
Kadınlara bahşedilen doğurganlık yeteneği, maalesef güncel yaşamda bir kabusa dönüşebiliyor. Bunun öncülüğünü ise yine maalesef ‘erkekler’ yapıyor. 
Toplumumuzun bu konuda hala ne kadar geri olduğunu şöyle özetleyebiliriz: Lisede Biyoloji dersinde kadınların adet döngüleri hakkındaki konuyu kadın olan hocamızdan dinleyememiştik. “Bu konuyu kendiniz okuyun” demişti. Biyoloji mezunu biri olarak, üniversitede de bu konuları yüzeysel bir şekilde okuduk. 
Özcesi; Kadınlara dair sorunlar söz konusu olduğunda ideolojilerin el birliği ettiğini düşünüyorum. Sonuçta bir yerlerden muhakkak arıza çıkıyor. Kadın sorunları sayfalara sığmayacak kadar uzun. Bu anlattıklarımızı yaşamadıklarını söyleyen erkekleşmiş kadınlar çıkabilir. Kendi varlığını ancak erkekleşerek sürdürebileceğine inanan kadınlar ya da geleneksel rollerini olduğu gibi kabullenip kendini var (!) etmeye çalışan kadınlar, kadınlara yönelik sorunların çözümlenmesinde en büyük engellerden biri. Bu işin öğretim ile doğrudan ilgisi yok. Nitekim mecliste onlardan çok var. 
Eren Keskin ile başladık, yazımızı onunla bitirelim. Eren Keskin yine makyajlı bir kadın olduğu için, Cumartesi Anneleri eylemlerinde gazetelerin kendisinin fotoğraflarını yayınlayıp,   “Sen neyini kaybettin”, “Sana mı kaldı kızım, sen git manken ol, senin Kürtçe’yle ilişkin ne” gibi haberler yaptıklarını anlatıyor. Buradan aslında iki sonuç çıkarabiliriz. Birincisi, Kürtlerde bakımlı kadın pek olmaz, olsa da bu mücadeleye yakışmaz anlayışı; ikincisi, kadın bedenini sömürmeye endekslenmiş egemen zihniyetin kadınları mücadele alanlarında görme tahammülsüzlüğü... 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder