Muhteşem korkular, muhteşem
entrikalar, herşey muhteşem
ELİF SONZAMANCI
Dizi
sektörünün Türkiye'de geldiği noktayı tahmin ediyorumki bilmeyen yoktur. Zira
''Ben hep belgesel izlerim, dizi izlemem'' diyerek entellektüel olduklarının
altını çizmeye çalışanların da dizi izledikleri gerçeğini biliyoruz. Bu bir
yaşam deneyimidir, sohbetlerde genelde karşıma çıkar. Heleki dizi sayısının
yüzleri bulduğu, hatta yabancı oyuncuların getirilip oynatıldığı, daha vahimi
haftalık gelirlerinin Türkiye standartlarında normal geliri olan bir bireyin
hayat birikimine nerdeyse eşit olduğu
bir ülkede, dizi sektörünün nerelere vardığı, bize yeteri kadar argüman sağlıyor. Sonda söyleyeceğimiz lafı
başta söylemek gerekirse diziler nabza göre hazırlanıyor. Hangi konuların
tutacağı, hangilerinin tutmayacağı seyirci ilgisinden bağımsız değil. Çünkü
ratingleri az olan diziler yayından kaldırılıyor ve yapımcısını zarara
uğratabiliyor. Bir dizide ne kadar entrika, ne kadar yalan dolan, ne kadar
zengin-fakir uçurumu varsa, ne kadar tecavüz ve taciz sahneleri ile dolu ise, dizinin tutma şansı da o kadar yüksek oluyor.
Acı bir
gerçek varki Türkiye'de duyarlı konular işleyen diziler pek tutmuyor. Bunlara
iki örnek vermek gerekirse 'Bu kalp seni unutur mu' isimli bir dizi vardı.
Dönemin siyasi olaylarını anlatan ve kabul etmek gerekirse Türkiye'de
yayınlanan diziler arasında bir hayli radikal konulara değinen dizi, belkide bu nedenlerden ötürü yayından
kaldırılmıştı. Yine içeriğinde Aleviler'in kültürlerini anlatan dizi 'Kasaba'
yeteri kadar rating alamadığı için yayından
kaldırılmıştı. İçerikleri, konuyu ele alış biçimleri eleştirilebilinir,
fakat Türkiye'nin yakıcı problemlerine değinen diziler olması itibariyle rating
alamamaları gerçeği sökonusu. Bunların yanında bir kadına tecavüz eden dört
erkeğin hikayesinin anlatıldığı ( Senaryonun orjinali sevgili yazar Vedat
Türkali'nin kaleminden çıkmıştı fakat biliyoruzki o edebi zenginliğinden öte
entrikaları esas alan bir dizi idi) 'Fatmagül'ün suçu ne' ratingte tavan yaptı.
Tecavüz sahnelerinin rekor kırdığı dizinin sevenleri (!) bununla yetinmeyip
internette Fatmagül isminde şişme
bebekler satmaya başladılar. Bu nasıl bir algıdır ki, gerisini siz düşünün.
Yine kimin kiminle aşk yaşadığı belli olmayan 'Aşk-ı Memnu' diziside listede en
beğenilenler arasındaydı. Bu konu hakkında çok yerinde bir örnek olacağını
düşündüğüm bir alıntı yapacağım. Diziler
için metinler ve senaryolar yazmış olan Sırrı Süreyya Önder, Radikal gazetesi
için kaleme aldığı bir yazısında dizi piyasasından nasıl kovulduğunu şöyle
anlatıyor: '' Modern Törecanlarla,
sürekli yönetim kurulu toplantısı yapmalarına rağmen ne iş yaptığını bir türlü
öğrenemediğimiz sanayici ailenin arasında berdel edilmiş bir aşk hikâyesi
yazmaya çalışıyorduk. Üç günde yetiştirdiğimiz senaryo, yapımcı tarafından ya
şurası olmamış ya da burası kalmamış denilerek geri gönderiliyordu. Ben de bu
uyarıları ciddiye alıp sürekli revizyon yapıyordum. Başımızda bekleyen
yapımcının adamı, acemi halime acımış olacak ki gerçeği açıklayıverdi. Meğer
yapımcı senaryoyu hiç okumaz, klişe mazeretlerle geri gönderirmiş. Bu gerçeği
duyunca çok öfkelenmiştim. Senaryoyu çöpe atıp, sıfırdan yeni bir şey yazmaya
başladım. Sanayici ailenin oğluyla, törecan oğlan ezeli hasımlardı. İkisini
karşı karşıya getirdim. Ve aksiyon kısmına “... ikisinin de nemli dudakları
şehvetle aralandı...” diye yazarak dizide yer alan herkesi birbirleriyle
seviştirdim. Senaryo Lut kavmine rahmet okutacak bir kıvama gelmişti. Adama
verdim, “Götür yapımcıya ver” dedim. Kendimce şık bir istifa mektubu yazmıştım.
Ben ofiste kızgın volta atarken telefonum çaldı. Arayan yapımcıydı. “Güzel
olmuş eline sağlık” diyerek sete mail’le göndermemi istedi. Ben eski versiyonu
gönderdim ama çenem durmadı, bunu her yerde anlattım. Yapımcı beni kovdu…
Tecavüz bir devlet politikasıdır. “Esmer, sarışın fark etmez...” diye başlayan
tekerlemelerle eğitim yapan bir milletiz biz. Sevişme fiilini bir cezalandırma
aracı gibi görüp onun bunun anasına bacısına uygulama hasretiyle inleyen
tribünlerimiz var. Bütün bunları pas geçerek senaristlere laf sokuşturan
parlamenterde, aha bu yapımcıya sürtecek kadar akıl yoktur.'' Yaptığımız bu
uzun alıntı dizi piyasasının nasıl işlediğini başka hiçbir yoruma gerek
bırakmadan anlatıyor.
Dizi
karakteri ile özdeşleşme hali
Dizi
sektöründe Türkiye profiline baktığımızda aslında yine parantez açmamız gereken
bir konuda parasosyal ilişki. Dizi karakterlerini gerçek zannedip ona göre
yorum yapan, hatta sokakta gördüğümüz kötü karakterlerin yüzüne tüküren bir
milletiz biz (burada etnik bir ayrım yok ). Bunun yanında televizyonun bir
eğlence aracı olduğu günümüzde,
Türkiye'nin sosyo-ekonomik yapısını da gözönüne alırsak ,genelde diziler
bir dinlenme aracı olarak işlev görüyor. Kişi dizi izlerken bir karakterle
kendini özleştiriyor, başkalarının acıları üzerine yorumlar yaparak kısmende
olsa rahatlıyor, sevinçlerini kendi sevinçleri olarak algılıyor. Dizilerin bir
başka tarafıda düşünmeye gerek kalmadan izlenmeleridir. Bir dizi izlerken çok
enerji harcanmasına gerek yoktur. Zaten düşündüren bir dizi olursa yayından
kaldırıldığını biliyoruz. Öyleki 'Üsküdar'a gider iken' adlı dizi biraz fazla
düşündürdüğü için olacak yayınına devam etmedi mesela. Şimdi Türkiye'de abartılı
bir parasosyal ilişki sözkonusu. Bu kavramı açmak gerekirse; parasosyal
ilişki izleyiciler ile medya aktörleri
arasında meydana gelen özel ilişki” anlamına geliyor. medya aktörleri,
izleyiciler tarafından (özellikle film ve dizi yıldızları) gerçek yaşamda
yaşayan ya da gerçek yaşamda ilişki kurdukları bireyler olarak algılanıyor.
Böylelikle gerçek yaşamda diğer insanlara karşı ne hissediyor ve yaşıyorlarsa,
onlara karşı da aynı şeyi hissediyorlar ve yaşamlarının bir parçası haline
getiriyorlar. İlk olarak sosyolog Donald Horton ve R. Richard Wohl tarafından
ortaya konulan bu kavram, 1956 yılında bilimsel bir dergide yayınlandı. Horton
ve Wohl’a göre bu ilişki yüzyüze (‘face to face’) ilişkiden farklı olarak
karşılıklı değil, tek yönlüdür. Bu nedenle iyi karakterlere sarılmadan tutun
da, kötü karakterlere saldırmaya çalışanlar olması bu ilişki itibariyle
normaldir.
Kutsallaştırılan
muhteşem karakterler
Şimdi
gelelim son dönemlerin Türkiye gündemini ele geçiren dizisi Muhteşem Yüzyıl'a.
Senaryosu değerli oyuncu ve senarist Meral Okay tarafından yazılan,
yönetmenliğini ise Taylan Biraderler olarak bilinen Durul ve Yağmur Taylan'ın
yaptığı dizi, 3.5
milyon liralık bir hazırlık bütçesi ile Türkiye'de yayınlanan diziler
arasında bütçesiyle bir rekor kırmıştı. Ayrıca dizi için 5 ayda 2 bin 100 metrekarelik bir
plato kuruldu. Yayınlanacağının duyurulmasından bu yana bıçak sırtında olan
sevgili tarihçiler tabi haklı olarak (!) kaygılanmaya başladılar. Acaba dizi
ecdadları olan Kanuni'yi gerçek anlamda yansıtılabilecek miydi? Zira genelde
kahramanlarını kutsallaştıran Türk toplumunda Kanuni öpüşmez, kadınlarla
muhatap olmaz, sürekli at sırtında,
asar, keser,biçer idi. Şimdi Kanuni'nin haremini değişik bir versiyonla
anlatıp tabuları yıkan bu dizi haliyle muhafazakar kesimin tepkisini aldı. Hem
öyle bir tepki ki sokaklara çıkıp eylem yapmaktan tutunda, projenin yaratıcısı
rahmetli Meral Okay'ı tehdite kadar vardırdılar işi. Meral Okay bir
söyleşisinde belkide fazla iyimser olduğu için bu ülkede hâlâ şaşırdığını belirterek, aldığı tehtidlere yönelik ''Korkmuyorum dersem yalan söylemiş olurum.
Akıllı insanlar korkar. Çünkü bu ülkede böylesine tahriklerle neler olacağını
çok iyi biliyoruz.'' demişti. Okay
yanlış söylemiyor elbet, tahriklerle neler oluyor bu memlekette hepimiz
biliyoruz. Nede olsa sevdiği karakteri gerçek zanneden, sokakta gördüğü kötü
karakterin yüzüne tüküren bir milletiz biz. Birde milli duyguları kabarık bir
ülkede yaşadığımızı unutmamak gerek. Kurtlar Vadisi denen bir dizi vardı.
Yıllardır izlemiyorum ama hakkında bir haber okumuştum ve çok ilgimi
cezbetmişti. Şöyleki bir gerilla olan Muro karakteri halk tarafından çok
beğenilince , yıldırım hızıyla Muro'yu itirafçı yapmışlar. Zira gerillaya
senpatiyi perçinlediği için birçok şikayet almış. Komik değil mi? Böylece dizide Muro’ya terör örgütünün
çirkin yüzünü gösterip onu doğru yola döndürmüşler. Gazetede yer alan
ibare bu.
Tepkinin
muhteşemi
Şimdi
hal böyle iken Muhteşem Yüzyıl'ın tepkilerine geri dönelim. Aslında
yayınlandığından bu yana muhafazakar kesimin yanında (bunlara akademikler de
dahil), parlementerlerin de sert eleştrilerine maruz kalan dizi, son hamle
olarak başbakandan da nasibini aldı. Zaten diziye yönelik duyarlı bir kitle
halı hazırda bekliyordu ve şikayetlerin ardı arkası kesilmiyordu, ki bir
zamanlar emniyetin ele geçirilen gizli belgelerinde duyarlı vatandaşların akla
zarar şikayetlerini burada hatırlamakta fayda var. Bunun yanında geçmişte
yapılan basın açıklamalarında dizide ' Kanuni'nin zevk ve sefa düşkünü' olarak
gösterildiğinden dem vurulmuştu. Son olarak Başbakan “ Biz öyle bir Kanuni tanımıyoruz. Ömrünün 30
yılı at sırtında geçti. O dizilerin yönetmenlerini de o televizyonun
sahiplerini de milletimizin huzurunda kınıyorum. Ve bu konuda da ilgilileri
uyardık. Yargının da gerekli kararı vermesini bekliyorum” açıklaması Türkiye'de konuşulacak o kadar
gündem varken, gündem maddesi olarak birden ilk sıralarda yeraldı. Tabi dizi
karakterleriyle parasosyal bir ilişki kurup onları gerçek zanneden bir
toplumdan geldiğimiz gerçeğini unutmadan, eklemek gerekirse, dizinin bir
belgesel değilde kurmaca olduğu çoğu kez unutuldu. Dizi yayınlandığı gün gazete sayfalarında bol
bol, o bölümde oturma düzenleri, tabak-kaşıkları, giyim tarzları resimli
anlatımlarla eleştirildi. Bu kadar tepkinin ardından Başbakan'ın son hamlesi
işleri iyice çözülmez hale soktu. Zira biz,bizi leyleklerin getirdiğine inanan
bir neslin çocuklarıyız. Komedi bununlada bitmiyor. Komedi diyorum çünkü
olaylar dizgisi başka bir kelime ile tanımlanamaz. Başbakan'ın açıklamalarının ardından,
Türkiye'nin başka sorunları için kablumbağa hızıyla çalışan milletvekilleri
ışık hızıyla harekete geçtiler. Katıldığı bir televizyon programında açıklama
yapan AK Parti İstanbul Milletvekili Oktay Saral, dizinin yayından kaldırılması
için kanun teklifi verdiğini söyledi. ''Uzun zamandır bu bizim gündemimizdeydi.
Uzun zamandır bize gelen e-postalar var. Seçim bölgelerimize gittiğimizde
insanlar bize 'Bu diziler yüzünden çocuklarımızı tarihini, atasını tanımıyor'
diyorlar. Genç bir çocuk 'Kanuni böyle miydi, Allah belasını versin' diyor.
Buna inanıyor çocuk. Bunları bize aileler söylüyor'' diyen Oktay tarihin verdiği sorumlulukla
böylece vicdanını rahatlatmış oluyor.Saral'ın son sözleri ise hala tektipleştirmeci
eğitim sistemimizi özetliyor: ''Bundan
sonra arkadaşlarımız Türk toplumunun aile yapısına uygun, gençlerimizi,
çocuklarımızı rencide etmeyecek, bizim dilimizde zıvanadan çıkarmayacak bir
yapıda dizi yapacaklar. Artık bu tarz dizileri bin düşünüp bir yapacaklar''
Tahammülsüz bir gelenekten gelip, belli bir şablona
oturtulmaya çalışılan bir resmi tarih gerçeğimiz var. Resmi tarih
sorgulanmadıkça, çocuklarımız dizi karakterlerinden tarihsel karakterleri
öğrenip ''Aaa Kanuni böylemiymiş?'' gibi yorumlar yapmaya devam edecekler, tersi
halinde ise kendileri karşılaştırabilecekler. Kaldiki dizide bir hakaret yok,
tam tersine Alevileri kılıçtan geçiren Ebu Suud Efendi karakteri bile oldukça
sempatik gösterilmiş. Harem kaideleride çok abartılı sunulmuyor. Dizinin
muhakkak ki eksikleri vardır, fakat burada mesele arz eden, eleştirilerin
yasakçı bir zihniyetle sunulması . Muhteşem Yüzyıl'ı yayınlandığı günden bu
yana takip ediyorum, tarih algımda da bir değişme olmadı. Yayınlandığı müddetçe
de inatla takip edeceğim.
Alternatif Linkler:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder