16 Aralık 2012 Pazar

Muhteşem korkular, muhteşem entrikalar, herşey muhteşem




Muhteşem korkular, muhteşem entrikalar, herşey muhteşem

ELİF SONZAMANCI

Dizi sektörünün Türkiye'de geldiği noktayı tahmin ediyorumki bilmeyen yoktur. Zira ''Ben hep belgesel izlerim, dizi izlemem'' diyerek entellektüel olduklarının altını çizmeye çalışanların da dizi izledikleri gerçeğini biliyoruz. Bu bir yaşam deneyimidir, sohbetlerde genelde karşıma çıkar. Heleki dizi sayısının yüzleri bulduğu, hatta yabancı oyuncuların getirilip oynatıldığı, daha vahimi haftalık gelirlerinin Türkiye standartlarında normal geliri olan bir bireyin hayat birikimine nerdeyse eşit olduğu  bir ülkede, dizi sektörünün nerelere vardığı, bize yeteri kadar  argüman sağlıyor. Sonda söyleyeceğimiz lafı başta söylemek gerekirse diziler nabza göre hazırlanıyor. Hangi konuların tutacağı, hangilerinin tutmayacağı seyirci ilgisinden bağımsız değil. Çünkü ratingleri az olan diziler yayından kaldırılıyor ve yapımcısını zarara uğratabiliyor. Bir dizide ne kadar entrika, ne kadar yalan dolan, ne kadar zengin-fakir uçurumu varsa, ne kadar tecavüz ve taciz  sahneleri ile dolu ise, dizinin tutma  şansı da o kadar yüksek oluyor. 

Acı bir gerçek varki Türkiye'de duyarlı konular işleyen diziler pek tutmuyor. Bunlara iki örnek vermek gerekirse 'Bu kalp seni unutur mu' isimli bir dizi vardı. Dönemin siyasi olaylarını anlatan ve kabul etmek gerekirse Türkiye'de yayınlanan diziler arasında bir hayli radikal konulara değinen  dizi, belkide bu nedenlerden ötürü yayından kaldırılmıştı. Yine içeriğinde Aleviler'in kültürlerini anlatan dizi 'Kasaba' yeteri kadar rating alamadığı için yayından  kaldırılmıştı. İçerikleri, konuyu ele alış biçimleri eleştirilebilinir, fakat Türkiye'nin yakıcı problemlerine değinen diziler olması itibariyle rating alamamaları gerçeği sökonusu. Bunların yanında bir kadına tecavüz eden dört erkeğin hikayesinin anlatıldığı ( Senaryonun orjinali sevgili yazar Vedat Türkali'nin kaleminden çıkmıştı fakat biliyoruzki o edebi zenginliğinden öte entrikaları esas alan bir dizi idi) 'Fatmagül'ün suçu ne' ratingte tavan yaptı. Tecavüz sahnelerinin rekor kırdığı dizinin sevenleri (!) bununla yetinmeyip internette  Fatmagül isminde şişme bebekler satmaya başladılar. Bu nasıl bir algıdır ki, gerisini siz düşünün. Yine kimin kiminle aşk yaşadığı belli olmayan 'Aşk-ı Memnu' diziside listede en beğenilenler arasındaydı. Bu konu hakkında çok yerinde bir örnek olacağını düşündüğüm bir alıntı yapacağım.  Diziler için metinler ve senaryolar yazmış olan Sırrı Süreyya Önder, Radikal gazetesi için kaleme aldığı bir yazısında dizi piyasasından nasıl kovulduğunu şöyle anlatıyor: ''  Modern Törecanlarla, sürekli yönetim kurulu toplantısı yapmalarına rağmen ne iş yaptığını bir türlü öğrenemediğimiz sanayici ailenin arasında berdel edilmiş bir aşk hikâyesi yazmaya çalışıyorduk. Üç günde yetiştirdiğimiz senaryo, yapımcı tarafından ya şurası olmamış ya da burası kalmamış denilerek geri gönderiliyordu. Ben de bu uyarıları ciddiye alıp sürekli revizyon yapıyordum. Başımızda bekleyen yapımcının adamı, acemi halime acımış olacak ki gerçeği açıklayıverdi. Meğer yapımcı senaryoyu hiç okumaz, klişe mazeretlerle geri gönderirmiş. Bu gerçeği duyunca çok öfkelenmiştim. Senaryoyu çöpe atıp, sıfırdan yeni bir şey yazmaya başladım. Sanayici ailenin oğluyla, törecan oğlan ezeli hasımlardı. İkisini karşı karşıya getirdim. Ve aksiyon kısmına “... ikisinin de nemli dudakları şehvetle aralandı...” diye yazarak dizide yer alan herkesi birbirleriyle seviştirdim. Senaryo Lut kavmine rahmet okutacak bir kıvama gelmişti. Adama verdim, “Götür yapımcıya ver” dedim. Kendimce şık bir istifa mektubu yazmıştım. Ben ofiste kızgın volta atarken telefonum çaldı. Arayan yapımcıydı. “Güzel olmuş eline sağlık” diyerek sete mail’le göndermemi istedi. Ben eski versiyonu gönderdim ama çenem durmadı, bunu her yerde anlattım. Yapımcı beni kovdu… Tecavüz bir devlet politikasıdır. “Esmer, sarışın fark etmez...” diye başlayan tekerlemelerle eğitim yapan bir milletiz biz. Sevişme fiilini bir cezalandırma aracı gibi görüp onun bunun anasına bacısına uygulama hasretiyle inleyen tribünlerimiz var. Bütün bunları pas geçerek senaristlere laf sokuşturan parlamenterde, aha bu yapımcıya sürtecek kadar akıl yoktur.'' Yaptığımız bu uzun alıntı dizi piyasasının nasıl işlediğini başka hiçbir yoruma gerek bırakmadan anlatıyor.

Dizi karakteri ile özdeşleşme hali

Dizi sektöründe Türkiye profiline baktığımızda aslında yine parantez açmamız gereken bir konuda parasosyal ilişki. Dizi karakterlerini gerçek zannedip ona göre yorum yapan, hatta sokakta gördüğümüz kötü karakterlerin yüzüne tüküren bir milletiz biz (burada etnik bir ayrım yok ). Bunun yanında televizyonun bir eğlence aracı olduğu günümüzde,  Türkiye'nin sosyo-ekonomik yapısını da gözönüne alırsak ,genelde diziler bir dinlenme aracı olarak işlev görüyor. Kişi dizi izlerken bir karakterle kendini özleştiriyor, başkalarının acıları üzerine yorumlar yaparak kısmende olsa rahatlıyor, sevinçlerini kendi sevinçleri olarak algılıyor. Dizilerin bir başka tarafıda düşünmeye gerek kalmadan izlenmeleridir. Bir dizi izlerken çok enerji harcanmasına gerek yoktur. Zaten düşündüren bir dizi olursa yayından kaldırıldığını biliyoruz. Öyleki 'Üsküdar'a gider iken' adlı dizi biraz fazla düşündürdüğü için olacak yayınına devam etmedi mesela. Şimdi Türkiye'de abartılı bir parasosyal ilişki sözkonusu. Bu kavramı açmak gerekirse; parasosyal ilişki  izleyiciler ile medya aktörleri arasında meydana gelen özel ilişki” anlamına geliyor. medya aktörleri, izleyiciler tarafından (özellikle film ve dizi yıldızları) gerçek yaşamda yaşayan ya da gerçek yaşamda ilişki kurdukları bireyler olarak algılanıyor. Böylelikle gerçek yaşamda diğer insanlara karşı ne hissediyor ve yaşıyorlarsa, onlara karşı da aynı şeyi hissediyorlar ve yaşamlarının bir parçası haline getiriyorlar. İlk olarak sosyolog Donald Horton ve R. Richard Wohl tarafından ortaya konulan bu kavram, 1956 yılında bilimsel bir dergide yayınlandı. Horton ve Wohl’a göre bu ilişki yüzyüze (‘face to face’) ilişkiden farklı olarak karşılıklı değil, tek yönlüdür. Bu nedenle iyi karakterlere sarılmadan tutun da, kötü karakterlere saldırmaya çalışanlar olması bu ilişki itibariyle normaldir.

Kutsallaştırılan muhteşem karakterler

Şimdi gelelim son dönemlerin Türkiye gündemini ele geçiren dizisi Muhteşem Yüzyıl'a. Senaryosu değerli oyuncu ve senarist Meral Okay tarafından yazılan, yönetmenliğini ise Taylan Biraderler olarak bilinen Durul ve Yağmur Taylan'ın yaptığı dizi,  3.5 milyon liralık bir hazırlık bütçesi ile Türkiye'de yayınlanan diziler arasında  bütçesiyle bir rekor kırmıştı. Ayrıca  dizi için 5 ayda 2 bin 100 metrekarelik bir plato kuruldu. Yayınlanacağının duyurulmasından bu yana bıçak sırtında olan sevgili tarihçiler tabi haklı olarak (!) kaygılanmaya başladılar. Acaba dizi ecdadları olan Kanuni'yi gerçek anlamda yansıtılabilecek miydi? Zira genelde kahramanlarını kutsallaştıran Türk toplumunda Kanuni öpüşmez, kadınlarla muhatap olmaz, sürekli at sırtında,  asar, keser,biçer idi. Şimdi Kanuni'nin haremini değişik bir versiyonla anlatıp tabuları yıkan bu dizi haliyle muhafazakar kesimin tepkisini aldı. Hem öyle bir tepki ki sokaklara çıkıp eylem yapmaktan tutunda, projenin yaratıcısı rahmetli Meral Okay'ı tehdite kadar vardırdılar işi. Meral Okay bir söyleşisinde belkide fazla iyimser olduğu için bu ülkede hâlâ şaşırdığını  belirterek, aldığı tehtidlere yönelik  ''Korkmuyorum dersem yalan söylemiş olurum. Akıllı insanlar korkar. Çünkü bu ülkede böylesine tahriklerle neler olacağını çok iyi biliyoruz.'' demişti.  Okay yanlış söylemiyor elbet, tahriklerle neler oluyor bu memlekette hepimiz biliyoruz. Nede olsa sevdiği karakteri gerçek zanneden, sokakta gördüğü kötü karakterin yüzüne tüküren bir milletiz biz. Birde milli duyguları kabarık bir ülkede yaşadığımızı unutmamak gerek. Kurtlar Vadisi denen bir dizi vardı. Yıllardır izlemiyorum ama hakkında bir haber okumuştum ve çok ilgimi cezbetmişti. Şöyleki bir gerilla olan Muro karakteri halk tarafından çok beğenilince , yıldırım hızıyla Muro'yu itirafçı yapmışlar. Zira gerillaya senpatiyi perçinlediği için birçok şikayet almış. Komik değil mi?  Böylece dizide Muro’ya terör örgütünün çirkin yüzünü gösterip onu  doğru yola döndürmüşler. Gazetede yer alan ibare bu.

Tepkinin muhteşemi

Şimdi hal böyle iken Muhteşem Yüzyıl'ın tepkilerine geri dönelim. Aslında yayınlandığından bu yana muhafazakar kesimin yanında (bunlara akademikler de dahil), parlementerlerin de sert eleştrilerine maruz kalan dizi, son hamle olarak başbakandan da nasibini aldı. Zaten diziye yönelik duyarlı bir kitle halı hazırda bekliyordu ve şikayetlerin ardı arkası kesilmiyordu, ki bir zamanlar emniyetin ele geçirilen gizli belgelerinde duyarlı vatandaşların akla zarar şikayetlerini burada hatırlamakta fayda var. Bunun yanında geçmişte yapılan basın açıklamalarında dizide ' Kanuni'nin zevk ve sefa düşkünü' olarak gösterildiğinden dem vurulmuştu. Son olarak Başbakan  “ Biz öyle bir Kanuni tanımıyoruz. Ömrünün 30 yılı at sırtında geçti. O dizilerin yönetmenlerini de o televizyonun sahiplerini de milletimizin huzurunda kınıyorum. Ve bu konuda da ilgilileri uyardık. Yargının da gerekli kararı vermesini bekliyorum”  açıklaması Türkiye'de konuşulacak o kadar gündem varken, gündem maddesi olarak birden ilk sıralarda yeraldı. Tabi dizi karakterleriyle parasosyal bir ilişki kurup onları gerçek zanneden bir toplumdan geldiğimiz gerçeğini unutmadan, eklemek gerekirse, dizinin bir belgesel değilde kurmaca olduğu çoğu kez unutuldu.  Dizi yayınlandığı gün gazete sayfalarında bol bol, o bölümde oturma düzenleri, tabak-kaşıkları, giyim tarzları resimli anlatımlarla eleştirildi. Bu kadar tepkinin ardından Başbakan'ın son hamlesi işleri iyice çözülmez hale soktu. Zira biz,bizi leyleklerin getirdiğine inanan bir neslin çocuklarıyız. Komedi bununlada bitmiyor. Komedi diyorum çünkü olaylar dizgisi başka bir kelime ile tanımlanamaz.  Başbakan'ın açıklamalarının ardından, Türkiye'nin başka sorunları için kablumbağa hızıyla çalışan milletvekilleri ışık hızıyla harekete geçtiler. Katıldığı bir televizyon programında açıklama yapan AK Parti İstanbul Milletvekili Oktay Saral, dizinin yayından kaldırılması için kanun teklifi verdiğini söyledi. ''Uzun zamandır bu bizim gündemimizdeydi. Uzun zamandır bize gelen e-postalar var. Seçim bölgelerimize gittiğimizde insanlar bize 'Bu diziler yüzünden çocuklarımızı tarihini, atasını tanımıyor' diyorlar. Genç bir çocuk 'Kanuni böyle miydi, Allah belasını versin' diyor. Buna inanıyor çocuk. Bunları bize aileler söylüyor''  diyen Oktay tarihin verdiği sorumlulukla böylece vicdanını rahatlatmış oluyor.Saral'ın son sözleri ise hala tektipleştirmeci eğitim sistemimizi özetliyor:  ''Bundan sonra arkadaşlarımız Türk toplumunun aile yapısına uygun, gençlerimizi, çocuklarımızı rencide etmeyecek, bizim dilimizde zıvanadan çıkarmayacak bir yapıda dizi yapacaklar. Artık bu tarz dizileri bin düşünüp bir yapacaklar''
Tahammülsüz bir gelenekten gelip, belli bir şablona oturtulmaya çalışılan bir resmi tarih gerçeğimiz var. Resmi tarih sorgulanmadıkça, çocuklarımız dizi karakterlerinden tarihsel karakterleri öğrenip ''Aaa Kanuni böylemiymiş?'' gibi yorumlar yapmaya devam edecekler, tersi halinde ise kendileri karşılaştırabilecekler. Kaldiki dizide bir hakaret yok, tam tersine Alevileri kılıçtan geçiren Ebu Suud Efendi karakteri bile oldukça sempatik gösterilmiş. Harem kaideleride çok abartılı sunulmuyor. Dizinin muhakkak ki eksikleri vardır, fakat burada mesele arz eden, eleştirilerin yasakçı bir zihniyetle sunulması . Muhteşem Yüzyıl'ı yayınlandığı günden bu yana takip ediyorum, tarih algımda da bir değişme olmadı. Yayınlandığı müddetçe de inatla takip edeceğim.

Alternatif Linkler:    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder